İlişkilerde Sınır Koymak

Sınırlar duvar değil, kapısı olan çitlerdir; ilişkiyi bitirmek için değil, sürdürülebilir kılmak için vardır. Seanslarda önce “hayır” demeyi zorlaştıran inançları keşfederiz: “Kırarım”, “Bencil görünürüm”, “Sevilmem”… Bu inançlar bedende gerilim, nefes tutma, baş ağrısı gibi işaretlerle zaten kendini gösterir.
Fark ettiğimizde, kısa ve net cümlelerle pratik yaparız: “Şu an buna uygun değilim”, “Şu saatler arasında konuşabilirim”, “Bunu yaptığımda kendime iyi gelmiyor.” Zamanlama, ton ve tekrar; sınır iletişiminin üç ayağıdır. Karşı tarafın hayal kırıklığı normaldir; hedef onu yönetmek değil, kendi kapasitenizi korumaktır.
Reddetmekten ziyade neye “evet” dediğinizi netleştiririz: dinlenmeye, düşünmeye, hazırlanıp gelmeye, saygılı iletişime. Gerektiğinde sonucu önceden belirtmek (doğal sonuçlar) sınırı güçlendirir: “Mesai dışında ararsan sabah dönüş yapacağım.” Sınır koymak, cezalandırma değil öngörü sunmaktır.
İhlal olduğunda ilişkiler kopmak zorunda değildir; onarım mümkündür. “Ben dili” ile etkiyi paylaşmak, alternatif önermek ve davranışın tekrarlanması durumunda atılacak adımları söylemek; bağa saygının göstergesidir. Zamanla yakınlık azalmaz, aksine daha güvenli hale gelir.
Kendi kendinize koyduğunuz iç sınırlar da dış sınırlar kadar önemlidir: ekrana, işe, onay arayışına. İlişkiyi korumak, çoğu zam